tag:blogger.com,1999:blog-17219173287913086102024-02-19T16:18:58.143-08:00Kitap ve Kütüphane DostlarıUnknownnoreply@blogger.comBlogger46125tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-6977555694045763832009-10-25T17:03:00.000-07:002010-02-05T11:23:17.298-08:00Kendi yorumuyla bir Mehmet Bülent Şiiri-"Mynet - Video - buzten - AÇIK TEŞEKKÜR ESKİ AŞKLARIN KADININA"Anonymousnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-12979280618804863932009-09-02T04:59:00.000-07:002010-02-05T11:23:42.110-08:00Eylül Gelmiş<span style="font-size: 130%;"><b>"Eylül gelmiş"</b> İhanet mevsimi yaprakların ağaçlara.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Sarı Yeşil'den sonra gelen renkmiş,hüznün yayıldığı kaldırımlarda.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Yazlıkçılar toplanmaya başladılar.Okullar boyanıyor.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Çocuklar bu sene başlarlar okula hep.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Göbekten Pancar Motor, Öztitanik iki kişilik transatlantikleri çektik kıyıya.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Karadeniz'in rüzgarları başladı,azgın tertip.Sonbahar'a girdik.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Eğilmişti bakkalın oradaki sahra çadırının direği.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Eğilmezdi o direk kökü kumda olmasaydı. </span><br />
<span style="font-size: 130%;">Kaya istemiyor o direk,killi toprağa bile razıydı ama olmadı işte.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Kumu bulduğuna şükretsin.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">On gün daha denize masa kurarız. Ayaklar suda,başımız yakamozda.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Çingene palamudu geldi on gündür masamıza.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Ahmet bundan sonra "Roman palamudu" dememizi teklif etti rakıyı dökerken bardaktan denize...</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Yaz aşkları var mı gençlerin şimdi acaba.Bitecek mi gelecek yaza kadar onların da?</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Dün zafer bitti,kutladık yavru vatan ve yabancı misyon şefleri ile.Necdet sordu bu yabancı misyon şeflerinin misyonu nedir? diye.Ben de <b>"görevimiz tehlike" </b>dedim.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Yazmaktan bahsettik sonra,Yazın "yazın "kolay fikrine vardık.Kışın "kışın kışın"yazılamayacağını söyledi </span><br />
<span style="font-size: 130%;">Ali, beş kadehten sonra "ç"yi "ş"söylerken.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Balığa limon sıkmam.Ama gece ikide dalgalar başladı sohbete limon sıkmaya.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Yeni Rakı'mızdan sonraki markaları tartışırken reklam ajansı gibiydik.Beyin fırtınası vardı masada.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">"Sizi küçük burjuvalar" dedim."Zülfü Livaneli gibi Paris şatolarından şarap yazarsınız siz olanağınız olsa.</span><span style="font-size: 130%;">Emekli maaşınızla Bakkal Rıza'nın içki kolleksiyonunu konuşuyorsunuz burada. "</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Necdet oğlu'nu eve yolladı,buz getirmeye.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Ben son yetmişliği açtım sonbahara girerken."Saki benim "dedim."Eylül geldi.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Son parça palamudumu damağıma yapıştırdım.Sustum, kara ufka daldım.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Yaşamımızın sonbaharı da gelmişti.Kışa kalmış on -onbeş yıl.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Son kadehleri doldurdum yakamozun saati üçe gelirken.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Eylül'ü sevmem dedim.İhanet mevsimidir yaprakların ağaçlara.</span><br />
<span style="font-size: 130%;">Herkes sustu.Hepimiz ihanetlerimizi aldık evlere dağıldık. <br />
</span><br />
<span style="font-size: 130%;"> 1 EYLÜL 2007<br />
</span>Anonymousnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-2766421312475418422009-08-26T02:15:00.001-07:002010-02-05T11:24:04.937-08:00UNUTMUŞUMBu sabah güne unutmakla başlıyorum. Önüme açılan tüm kağıtlara yazdığım “Hatırla” notlarının buyurduğunun aksine, unutuyorum bugün. Önce “Kayıp Hayaller Kitabı” nı unutuyorum. Hasan Ali Toptaş ‘ tan okuduklarımın ilkiydi. Kitapla varolan köy hayatının beni nasıl etkilediğini unutmuşum.<br />
<br />
"Yanlızlıklar" da yalnızlık ne kadar da çoğulmuş.<br />
<br />
“ Yalnızlık bir boşluktur<br />
içimizde;<br />
sisli yamaçlarında babalarımızın<br />
dev gölgesi dolaşır.<br />
Babalar ki,<br />
bizde bitmeyen upuzun tiratlardır;<br />
bir masal ağacına benzeyen ellerini uzatıp<br />
ellerimizden<br />
çocuklarımızı okşarlar.<br />
Torunlarına baba derler sonra,<br />
sürekli değişen sesleriyle<br />
torun çocuğunda hortlayarak.<br />
<br />
Babalar, alnımıza yazılmış yalnızlıklardır.”<br />
<br />
Yıldız Ecevit’ in “ Türk edebiyatında bir Kafka’ dır o “ dediği yazar da ironidir ki; Kafka gibi bir memurdur. Benzerlik burada bitmez tabi. Ama ben bunları, onun masal sözcüklerinin koca bir şiir olduğunu unutmaya devam etmişim. Ankara’ da icra memurluğu görevini sürdürerek, çizgi film izleyen çocukların önünden televizyonlarının alındığını görerek yazan yazarın diğer kitaplarını unutmuşum sonra.<br />
<br />
Maddenin ötesinde sezinlediklerimi unutmuşum “Bin Hüzünlü Haz’ da”. Toptaş’ ın önce “belki” lerini, sonra “sözgelimi ” ve “sanki” lerini hatırlamayıp, hiçbir şeyin doğrudan söylenmediği bir hüzün, bir haz duymuşum.<br />
<br />
Yarım bıraktığı cümlesinin sonuyla başlayıp, başıyla bitirdiği,uyku magrurluğundan kurtulamayan sesleriyle “Uykuların Doğusu” nda bazen çocukluğun acımasızlığıyla ürkmüşüm; bazen yalnızmışım, bazen kalabalık. Ne ara vardım, ne ara yoktum “Gölgesizler” de, onu unuttum.<br />
<br />
Hasan Ali Toptaş gibi, gerçekten kendi rızamla yokolup, kurmacanın ne söylediği ancak sezilen sözcüklerinde var olmak istemek yetmezmiş işte. Yetişilecek yerler, yapılacak işler, ikna edilecek kişiler, sürülecek bir dünya varmış.Yıldız Başhttp://www.blogger.com/profile/01674604427648262703noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-31582904721076559502009-08-10T05:11:00.000-07:002009-08-11T23:33:38.520-07:00Bir Kase YoğurtNükteleriyle büyük bir şöhret kazanan ve Keçecizade Fuat Paşa ile bile fıkra yarışına giren Hasırcızade Mehmed Ağa, bir gün atının üstünde Gaziantep caddelerini dolaşmaya başlar. Elinde yoğurt kasesi taşıyan bir çocukla karşılaşır. Ağanın canı çekmiş olacak ki, kaseyi çocuğun elinden alır, taze yoğurdun üst tarafından biraz yer. Bu sırada çocuk ağlamaya başlayınca: “ Evladım, ağlama, annene yoğurdu Hasırcızade yedi, dersen sana kızmaz.” Elinde kaseyle ağlamaya devam eden velet, söyleyeceğini söyler:<br /> “ Annem inanmaz! Sen bunu mutlaka bir it’e yalattın der beni döver!!! ” Hasırcızade bu olaydan sonra “ Beni ilk defa işte bu çocuk mat etti! ” demiş.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri – Dursun Gürlek – Timaş Yay. – syf:271 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-78582580977417288222009-08-10T05:10:00.000-07:002009-08-11T23:33:57.783-07:00Kıvrak Zeka<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoARFShbYlI/AAAAAAAAA28/Q7Yp9C8cw5I/s1600-h/1aa0c1130a518d3889a7303c4b7b1977.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 196px; height: 200px;" src="http://3.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoARFShbYlI/AAAAAAAAA28/Q7Yp9C8cw5I/s200/1aa0c1130a518d3889a7303c4b7b1977.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368309538394694226" border="0" /></a><br />Bir gün II. Mahmud’a asaleti tasdik edilmiş son derece güzel bir at gönderilmiş. Hükümdar bu atın iri ve siyah gözlerini görünce hayran olmuş. Hemen imrahorunu (ahırcıbaşını) çağırtmış:<br /> - Bu hayvanı özel bir yere bağlayacaksın, yemine ve suyuna sen bakacaksın. Allah etmesin, buna bir hal olur da ölürse “öldü” diyenin vallahi boynunu vururum!<br /> Biçare adam, II. Mahmud’un gazabına uğramamak için ahırda yatar, gece gündüz onunla meşgul olurmuş. Bu kadar bakılmaya rağmen, hayvan bir gün ansızın sancılanıp ölüvermiş. Ahırcıbaşı ne yapacağını şaşırmış. Kalkmış evine gitmiş, çoluk çocuğuyla helalleşmiş ve son bir ümit olarak şefaat için müsahip Said Efendi’ye gitmiş. Said Efendi II. Mahmud’un yemin şeklini öğrendikten sonra huzura çıkmış ve şöyle demiş:<br />- Efendimiz, sevgili atınıza acayip bir hal oldu<br />- Ne gibi?<br />- Mütemadiyen (sürekli) yatıyor. Kaldırıyorlar, bırakınca bir tarafa devriliyor. Yine kaldırıyorlar fakat bıraktılarmı öbür tarafa yıkılıyor. Yem yemiyor, su içmiyor. Gözleri kapalı, yerde öyle uzanmış kalmış.<br />II. Mahmud demiş ki:<br />- At ölmüş olacak!<br />Zeki olan Said yeri öpmüş:<br />- Efendimiz bunu siz söylediniz!!!<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri –Dursun Gürlek –Timaş Yay.– syf: 255 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-66840084569884334502009-08-10T05:07:00.000-07:002009-08-11T23:34:10.636-07:00Said Efendi'nin TaktiğiOsmanlı Padişahlarından II. Mahmud, <span style="font-weight: bold;">“ telaş ”</span> kelimesini <span style="font-weight: bold;">“ talaş ”</span> diye telaffuz edermiş. Lisana karşı bu kasda –bir hükümdardan da olsa- tahammül edemeyen rical (mevki sahibi kişiler) ve erkan (ileri gelenler) bunun düzeltilmesi için Müsahip Said Efendi’ye başvururlar. O da efendisini kızdırmadan meseleyi halletmeyi üzerine alır. Padişahın keyifli bir zamanında huzuruna girer ve endişeli ve yorgun bir çehre takınır. Hükümdar sorar:<br />- Ne var ne yok Said?<br />- Ah efendimiz başıma geleni sormayın! Kulunuzun babadan kalma bir fakirhanesi var. Başımızı soktuk, sayenizde geçinip gidiyoruz. Geçenlerde baktım, döşeme tahtaları çürümüş, merdiven basamakları değişmek istiyor. Bir gün dülger getirttik. Ortalık yonga, tahta parçası, talaş yığınlarıyla doldu. O gün aksi olacak, hanımım çamaşır yıkamaya kalktı. Nasıl oldu bilmem, mutfaktan bir kıvılcım sıçramış talaşlar parlayıvermiş.Bunu görünce kadının aklı başından gitmiş. Bir feryad koptu. Ne göreyim, bir yandan talaş yanıyor, bir yandan kadın telaş içinde... Söndürmeye çalıştık fakat kadının telaşı, talaşı söndürmeye vakit bırakmıyor ki... Talaş yanar, kadın telaş eder, “Telaş etme, talaştır yanar söner.” Dedikçe “ Talaşa telaş edilmez mi?” diye bağırıyor. Velhasıl talaş bir taraftan, telaş bir taraftan...Talaş bir yandan, telaş öbür yandan, talaş, telaş, talaş, telaş!...<br />II. Mahmud gülmüş ve sesini biraz yükselterek:<br />- Yeter artık Said, anladık işte!<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri –Dursun Gürlek – Timaş Yay.– syf:254 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-92104178042751683032009-08-10T05:06:00.000-07:002009-08-11T23:34:22.013-07:00Dünya Bu...Yüzüne çok gülerler yüzde yüzü yalandır<br />Menfaat kaygısıdır hepsi filan falandır<br />Alemin göz diktiği cebindeki son kalandır<br />Cebin delikse eğer vermezler bir yudum su<br />Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu<br />Düşenin dostu olmaz derler hele bir yol düş de görürsün<br />O zaman sen dostları ancak düşte görürsün<br />O tatlı hülyaların sonu budur işte görürsün<br />Hiçbirinin aslı yok herşey fani illa hu<br />Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu<br />Herkes ısınır sana mangalın dolu kor’ken<br />Hısım akraban çoktur kazanın kaynıyorken<br />Dostların yüzüne güler maymunun oynarken<br />Hakiki dost ararsan ne o ne bu ne şu<br />Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu<br />Gölü temiz zannettik ince bir suyu Tuna<br />Kardeş arkadaş diye çok kandık şuna buna<br />Meğer harcamışız o güzel yılları boşuna<br />Yazık ki gençlik geri gelmez tuu<br />Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu<br />Bak bugün her tarafta esen rüzgar sam oldu<br />Her yer tutuştu yandı neşeler hep gam oldu<br />Medeni Avrupalı değişti yamyam oldu<br />Deme ne sakat iş bu ne çılgınlık yahu<br />Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu!!! <br /><span style="font-weight: bold;">HALİDE NUSRET ZORLUTUNA</span><br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri – Dursun Gürlek – Timaş Yay. – syf: 83 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-30823596082623297312009-08-10T05:05:00.000-07:002009-08-11T23:34:32.893-07:00Böyle Soruya Böyle Cevap...Önde üç tane eşek, arkada bir yaşlı kadın<br />Arasından geçiyordu ekili tarlaların<br />Oralarda dolaşan saygısı yok bir haşarı<br />Rastgele gördü uzaktan geçiyorken katarı<br />Sanki şeytanlık için kabarıp da coştu<br />Kabaca bir şaka yapmak hevesiyle koştu<br />Kadını zannederek köylünün en mankafası<br />Dedi eğlenmek için: Bonjur eşekler anası!<br />Demek ister gibi ben maksadını anlıyorum<br />Yüzüne baktı kadın da dedi: Bonjur yavrum!!!<br />Saçma söz söylemek akil olan işidir<br />Kötü söylerse kişi aksini derhal işitir!<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK: </span>Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri – Dursun Gürlek – Timaş Yay. – syf: 23 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-42623070519049342452009-08-10T05:04:00.000-07:002009-08-11T23:34:42.901-07:00Hocamız DenizdeHoca merhumun yolu bir deniz sahiline düşmüş. Bakmış ki yer gök su. Dalgalandıkça dalgalanmakta, kabardıkça kabarmakta. Ayağına gelen köpüklere, uzaktan gelen uğultusuna, uzayıp giden maviliğine bakmış bakmış ve daldırmış avucunu köpüklerin arasına. Sonra da iştahla ağzına götürmüş. Ama o da ne... Tuzundan içi yanmış. Derhal uzaklaşmış oradan. Çok gitmeden bir mütevazı çeşme görmüş. Şırıl şırıl akıp durur. Tasını uzatıp kana kana içtikten sonra dönmüş denize;<br />“ Boşuna kabarma hiç, su dediğin böyle olur. ”<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:159)nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-77740332339349655082009-08-10T05:02:00.000-07:002009-08-11T23:34:52.965-07:00Sağlık İçin Ağlayın...<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoASJw80nVI/AAAAAAAAA3E/uZ1pEz50rfo/s1600-h/1aa0c1130a518d3889a7303c4b7b1977.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 127px; height: 95px;" src="http://2.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoASJw80nVI/AAAAAAAAA3E/uZ1pEz50rfo/s200/1aa0c1130a518d3889a7303c4b7b1977.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368310714793762130" border="0" /></a><br />Gözyaşı...tıbben de yararlıdır. En azından ülserin koruyucu hekimi sayılır. Ağlama esnasında gözyaşıyla birlikte salgılanan iyzozyme adlı maddenin vücuttan atılması sağlıklıymış. Aksi takdirde karında kalırsa mideyi tahriş edermiş ve kadınlar sık ağladıklarından pek ülser olmazlarmış.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:151)nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-49722495231612346192009-08-10T05:00:00.000-07:002009-08-11T23:36:26.891-07:00Biz İncinin Oluşması İçin...<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJi40X4qFI/AAAAAAAAA3Q/QYQaFhOzi9c/s1600-h/bir-inci-hikayesi.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 200px; height: 130px;" src="http://4.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJi40X4qFI/AAAAAAAAA3Q/QYQaFhOzi9c/s200/bir-inci-hikayesi.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368962434050074706" border="0" /></a><br />... bir incinin oluşması için deniz veya istiridye yeterli midir? Eskilere göre bunun için birde Nisan Yağmuru lazımdır.<br /><span style="font-weight: bold;">İnci ( dür, dürdane )</span>, sedef denilen belli büyüklükteki deniz istiridyesinin karnında oluşur. Nisan mevsiminde sahile çıkan sedef, yağmurlarla birlikte kapakçığını açar, yağan rahmetten bir damla alıp denize dönermiş. Denizin tuzlu su ortamında bu saf yağmur damlası sedefin karnına oturur ve ona bir ıstırap vermeye başlar, o da bundan kurtulmak veya önlem olmak üzere su damlacığının çevresini salgıladığı bir sıvı ile kaplarmış. Bir müddet sonra salgının hükmü geçip sancı tekrar başladığında istiridye yeniden salgı üreterek karnındaki tanenin çevresini bir kat daha sıvıyla örer, böylece acıdan kurtulurmuş. Bu işlem devam ettikçe salgılanan sıvıda katılaşarak birbiri üstüne yapışır, katman katman büyür ve sonunda inci ortaya çıkarmış. Burada esas olan sedefin tek yağmur damlası ile denize dönmüş olmasıdır ki, bundan hasıl olan inciye <span style="font-weight: bold;">dürr-i yek-dane ( tek inci) veya dürdane ( inci tanesi) denilir. </span>Eğer sedef açgözlülük edip iki damla yutarsa karnındaki sancı arttığı gibi, yaptığı inci de patates gibi yamru yumru ve küçük olur, değeri azalırmış. Bazen inci ustalarının incileri delerken içinde su veya kum taneleri bulmaları buyüzdenmiş. Tek inciler, hem iri hem de yuvarlak olduklarından az bulunur ve ancak sultanlara hediye gidermiş.<br />...İstiridyenin ağzında inci olan o damla, yine nisan mevsiminde toprağın ısınmasıyla birlikte yeryüzüne çıkan yılanın ağzında bir damla zehre dönüşür.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK: </span>Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:148)nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-19687933739900773332009-08-10T04:58:00.002-07:002009-08-11T23:39:44.115-07:00Yağmur Duası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJjqrZJkMI/AAAAAAAAA3g/uKtF3F1h5XM/s1600-h/semsiye.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 179px; height: 200px;" src="http://4.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJjqrZJkMI/AAAAAAAAA3g/uKtF3F1h5XM/s200/semsiye.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368963290632917186" border="0" /></a><br /><br />Yağmur duasının şartlarından biri de, duanın kabul olacağından şüphe duymamak, Allah’ın rahmetinden umutsuz olmamaktır.<br />Hoca merhum yağmur duasının ilk gününde yağmur yağmaz da, bu hususta serzenişte bulunanlara çıkışır: “ Siz zaten yağmur yağacağına inanmıyordunuz ki! ” “ Neden inanmayalım hoca efendi, işte dua ettik ya!... ”<br />Hoca da: “ İnansaydınız şemsiyeyle gelirdiniz!!! ” demiş.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK: </span>Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:146)nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-72046799417895290572009-08-10T04:58:00.001-07:002009-08-11T23:40:01.333-07:00Mezar Deyip Geçme!!!Eskiden bir müslüman’ın kabri mermerden yapılacak olursa, lahdin kapak tabir olunan üst parçasında iki şey bulundurmaya dikkat edilirdi: Birincisi, kurdun, kuşun su içmesi için el ayası kadar bir yalakçık, diğeri de, yağmur suyunun mezar toprağına ulaşması amacıyla mermerin ortasına açılmış, bir karış çapındaki oval deliktir.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK: </span>Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:141)nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-68085689748291053872009-08-10T04:56:00.000-07:002009-08-11T23:42:29.531-07:00Kazdağları<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJkT_9_u2I/AAAAAAAAA3o/sR51tJpyzrk/s1600-h/balikesirefsaneleri_image3BD.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 154px; height: 200px;" src="http://3.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJkT_9_u2I/AAAAAAAAA3o/sR51tJpyzrk/s200/balikesirefsaneleri_image3BD.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368964000530807650" border="0" /></a><br />Edremit’in Güre’sinde bir Sarıkız heykeli vardır. Sağ elinde bir değnek, sol eliyle beline yasladığı testiyi tutarak yürüyen bir köylü kızının tasviridir. Ayaklarına dolaşıp duran kazlar da etrafında...Anlatırlar ki, Kazdağları’nın Ayvacık yöresinden bir çoban, eşi ölünce küçük kızıyla gelip Güre köyüne yerleşir. Orada baba koyun çobanlığına başlar. İlkbahar da yaylaya, sonbahar da kışlamaya inerler. Bu zaman içinde hem baba da hem de gençlik çağına gelen güzel kızda ermişlik belirtileri görülmektedir. Baba yaşlanıp hacca gider. Giderken de kızını bir aileye emanet eder. Döndüğünde kızının adının kötüye çıkarıldığını duyar. Toplum onu ve sarıkızını dışlamaktadır. Bu hal adamın çok ağrına gider ve can paresine kıymak niyetiyle dağa çıkar. Dağ yolunda Sarıkız’a hakaret eden insanlarla karşılaşır ve fikir iyiden iyiye keskinleşir. Sarıkız ise hakikati masumiyetle anlattığı babasını inandıramamaktan bizar, susmaktadır. Bir ara can boğazına gelir ve kendisine hakaret edip laf atanlara cevap olsun diye yalnızca “ Suyunuz soğuk, kızınız kavruk olsun ” diyebilirdi. Nihayet dağ sıralarından bir tepeye çıkarlar. Baba abdest almak için Sarıkız’dan su ister. Kızın iki kez kendisine verdiği suyun tuzlu olması üzerine, bu defa tatlı su ister. Suyu anında vermemesinden dolayı şüphelenen baba, tuzlu suyu niçin verdiğini sorar. Kızı da: “ Acele ettiğin için denizden alıverdim ” der. Bunun üzerine Sarıkız’ın ermişliğine inanan baba mahcup, onu öldürmekten vazgeçer ve dağda terk edip gider. O anda dağın üzerine simsiyah bir bulut çöker. Dağdaki çobanlar bulut kalktıktan sonra geldiklerinde kızı bir tepede<br /><span style="font-weight: bold;">( Sarıkız Tepesi )</span> babasını da 10 km. uzakta bir başka tepede <span style="font-weight: bold;">( Sarıkız’ın Babası Tepesi )</span> ölü olarak bulurlar! Halk baba ve kızı öldükleri yerde gömüp türbelerini çevirdikten sonra gerçekler ortaya çıkar ve o günden sonra sıradağlar da Sarıkız’ın anısına <span style="font-weight: bold;">“ Kazdağları ”</span> diye anılmaya başlar.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:138)nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-19111315609636364492009-08-10T04:55:00.001-07:002009-08-11T23:43:54.959-07:00Bize Suyu Tanımla!!!<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://1.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJkpB_svvI/AAAAAAAAA3w/AOkEQQx9xwI/s1600-h/dunya_su_gunu_1240729272.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 200px; height: 140px;" src="http://1.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SoJkpB_svvI/AAAAAAAAA3w/AOkEQQx9xwI/s200/dunya_su_gunu_1240729272.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5368964361852075762" border="0" /></a><br />Dilbilimcilerden birine “ Bize suyu tanımla! ” dediklerinde birkaç gün mühlet istemiş. Kitaplar karıştırmış, araştırmalar okumuş, geceler boyunca binbir tanım yapmış, sonra bozup yeniden tanımlamış ve bir sabah küçük bir deri parçasının üzerine şunu yazdıktan sonra kimseciklere görünmeden o şehri terk edip gitmiş: <span style="font-weight: bold;">“ Su, sudur kardeşim! ”</span><br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:61 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-87522388162058507182009-08-10T04:53:00.000-07:002009-08-11T23:44:10.494-07:00Dağ Dağ Olalı...Bir dağ her ne kadar yerkabuğunun üstünde görünürse de aslında o yaşadığımız dünyanın altyapısını oluşturan bir simetrinin yalnızca yarım yüzüdür. Ülkelerin sınırlarını çok zaman onlara bakarak çizeriz... Rüzgarları (hava) ve pınarları (su) onlar yönlendirir.<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:37 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-12013429417412498032009-08-10T04:50:00.000-07:002009-08-10T04:53:50.555-07:00Dünya Nerede Durur???Eski Darülfünun müderrislerinden (profesörlerinden) merhum Ferit Kam’a; “ Dünya öküzün boynuzunda mı durur? ” diye sormuşlar. Üstat sınıfta bir ileri bir geri gitmiş, sağ başparmağını yeleğinin yan cebine takıp bir dakika kadar düşünmüş ve “ Yazın! ” demiş:<br /> Ne taaccüp (şaşma) ediyorsun buna dünya derler<br /> Duyulan herzelere onda nihayet yoktur<br /> Yerin altında öküz var mı dedi bir meczup<br /> Onu bilmem dedim; fakat üstünde pek çoktur!<br />(<span style="font-weight: bold;">KAYNAK:</span> Dört Güzeller (Toprak, Hava, Su, Ateş) – İskender Pala – Kapı Yayınları – syf:32 )nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-29472173176654079092009-07-07T03:00:00.000-07:002009-07-07T03:20:41.006-07:00Kitapseverin koltuğu<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://blog.pcnews.ro/wp-content/photo/2006/11/_washing0011.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 362px; height: 259px;" src="http://blog.pcnews.ro/wp-content/photo/2006/11/_washing0011.jpg" alt="" border="0" /></a>Böyle bir koltuk sahibi olmak, "ben bir kitapseverim" demenin en açık yollarından biri galiba.Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-3909527670941170922009-07-06T05:43:00.000-07:002009-07-07T03:40:11.154-07:00Hangi Padişahımız Bilin Bakalım!<div style="text-align: justify;">Trabzon'da dünyaya geldi. Babası o sırada orada Vali idi. 26 yaşında Padişah oldu. Büyük dedesi Fatih Sultan Mehmed. 46 senelik Padişahlığı ile en uzun tahtta kalan hükümdarımızdı. Avrupa tarihçilerinin "MUHTEŞEM" dedikleri hükümdardı. Bunun yanı sıra, ünlü bir şairdi, meşhur şiirlerinden birisi şudur:<br /><br />Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.<br />Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.<br />Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır.<br />Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.</div>nE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-11328747959445652062009-06-22T22:55:00.000-07:002009-07-07T02:55:17.191-07:00KILLARI YOLUNMUŞ MAYMUN"<a name="OLE_LINK1">Zaman : Önemi yok.</a><br />Yer : Onun da…<br />Olay : Olay denilen “şey” nedir ki?"<br /><br /><div style="text-align: justify;">Sıradan insan olmanın dehşetine bir göçmen olmak, Almanya’ da bir Türk olmak eklenince bunun size vereceği acıyı bir düşünün. Kaç nesil sürer, bir hiç olmadığınızı ıspatlamak. Kaç kişi olmalısınız var olabilmek için. Sadece bir yabancı olmak yetmez çünkü…<br /><br />1988 yılı Birinci baskısını okuyorum kitabın. Şimdi okuduğuma üzülüyorum. Kurmaca yırtılıyor, okudunan her bölümle yazar belirginleşiyor yavaş yavaş. Tansiyonunuz düşüyor, bedeninizle ruhunuz çatışıyor, bölümlerin hayaletleri çevrenizde dolaşırken başınız dönüyor.<br />Romanda olayı “şey” kelimesine indirgeyip onunla oynuyor yazar.<br /><br />Kitaptaki kılavuz söz şunları söylüyor :<br /><br />“Bu kitap tek bir roman olarak okunabileceği gibi iki ayrı roman olarak da okunabilir. Okuyucu bu kitapta üçüncü bir roman okumak isterse, bölüm altlarındaki sayıları izlemesi gerekecek.”<br /><br />Güney Dal için söyleyebileceğim çok az şey var. Ondan okuduğum İlk romandı Kılları Yolunmuş Maymun.<br /><br /><a name="2"></a><a name="ust"></a>Yıldız Ecevit’e göre: “Edebiyat tarihi açısından bakıldığında, Batı’nın yüzyıl içine yaydığı modernist ve postmodernist gelişmeleri son yirmibeş-otuz yıl içinde birbirine harmanlayıp yaşayan Türk edebiyatında, postmodern çizgiyi bilinçli olarak ayırıp izleyen ilk Türk romancısıdır Güney Dal” (Cumhuriyet kitap, 28 Kasım 1998).<br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnIMLah7TL0RxTiyMR4SGudGD9QZNb1hBnXXxAMzqnO0eK5-UPD9N3SyPYtbMaBaj0paIa4FD6coNHsbsi0GYDhzd5lNvBeDzBQIq7nEn3NlUI7J1KREsKD3B4FqDJNX5IbzVTFAsofInk/s1600-h/kitap.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5350399568350127890" style="margin: 0px 10px 10px 0px; float: left; width: 235px; height: 189px;" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnIMLah7TL0RxTiyMR4SGudGD9QZNb1hBnXXxAMzqnO0eK5-UPD9N3SyPYtbMaBaj0paIa4FD6coNHsbsi0GYDhzd5lNvBeDzBQIq7nEn3NlUI7J1KREsKD3B4FqDJNX5IbzVTFAsofInk/s400/kitap.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /></div>KILLARI YOLUNMUŞ MAYMUN<br />Baskı Tarihi : 1988<br />Sayfa Sayısı :360<br />SayfaYayınevi :<a href="http://www.meykitap.com/kitap_satis3.aspx?key=Inter_Yayinlari">Inter Yayinlari</a><br />Kategori :<a href="http://www.meykitap.com/kitap_satis3.aspx?key=T%C3%BCrk%C3%A7e_Edebiyat">Türkçe Edebiyat</a><br />Yazar :<a href="http://www.meykitap.com/kitap_satis3.aspx?key=G%C3%BCney_Dal">Güney Dal</a>Yıldız Başhttp://www.blogger.com/profile/01674604427648262703noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-7446969727282476882009-06-07T03:21:00.000-07:002009-07-07T03:23:29.166-07:00Keyifli bir okuma<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://blog.pcnews.ro/wp-content/photo/2006/11/_washing0031.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 354px; height: 232px;" src="http://blog.pcnews.ro/wp-content/photo/2006/11/_washing0031.jpg" alt="" border="0" /></a>Evimizin güzel bir köşesinde bulunması gereken pek konforlu bir eşya. Kim istemez acaba?Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-30422806920706045512009-05-26T07:37:00.000-07:002009-07-07T02:55:54.222-07:00Bilge Karasu - Gece<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgt1pcOLpDI0kEg0MO0srrg_wFeLMX_18efOSU-T-e0_9XZKnk2OEKzvPIWOODwLfSFEPFjFnGLqnVOpAciRljgp-OV8VjNkbiAB5eH0mnY4jf_g9QqveLffZIsqpVBi-9aa5wXz_1E7h7/s1600-h/gece.jpg"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 158px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhgt1pcOLpDI0kEg0MO0srrg_wFeLMX_18efOSU-T-e0_9XZKnk2OEKzvPIWOODwLfSFEPFjFnGLqnVOpAciRljgp-OV8VjNkbiAB5eH0mnY4jf_g9QqveLffZIsqpVBi-9aa5wXz_1E7h7/s400/gece.jpg" border="0" /></a><div style="text-align: justify;"> Bazen kitaplığıma takılıyor gözlerim. Her bir kitabı sırayla tanıyorum önce. Onları aldığım anı düşlüyorum; neden kitapçı rafından çekildiklerini hatırlıyorum. Ne kadar zaman olmuş diyorum bazen. Zihin-takvimim onlar benim. Her biri bir anı / hayal / karar / yargı / kaçış / tadım / görüş / aldırış / aldanış / hüzün / bağlanış / unutuş getiriyorlar usuma, aynı anda.<br />Ama bir kitap var, “baskı” yı bana ilk yaşatan: GECE…<br />Yine Mersin’ deyim. Gece ile ilk tanıştığım şehir. Tanışıklığımız kapak resmi “ *Belki de bir düş” ile başlıyor.<br />Bilge Karasu’ nun düşü değil, kabusunu siz de görüyorsunuz.<br />O ilk andan itibaren Gece sizi de alıyor esaretine. Üzerinizde bir baskı kuruyor. Gece’ yi görmeye çalışıyorsunuz, olmuyor; okumak yetmiyor. Zaten Gece’ ye zorlanıyorsunuz.<br /><br />Kapak resmi Abidin Dino' ya ait .<br />Bilge Karasu' yu okumak isterseniz, size tavsiye edeceklerim var:<br />Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı - Bilge Karasu- 1970 - Metis Edebiyat<br />Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu - 1979 - Metis Edebiyat<br />Ne kitapsız, Ne kedisiz - Bilge Karasu - 1994 - Metis Edebiyat<br />Öykülerde Dünyalar - Füsun Akatlı - 1998 - Kırmızı Yayınları<br />Bilge Karasu Aramızda - 1997 - Metis Edebiyat</div>Yıldız Başhttp://www.blogger.com/profile/01674604427648262703noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-38223942643490849472009-05-07T01:31:00.000-07:002009-05-26T11:47:28.484-07:00Hızlı Düşün, Sakin Ol, Güçlü GörünAdamın biri Afrika'da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış.Minik köpek ormanda dolaşıp kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu farketmiş.Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki, karşıdan bir leopar geliyor ve belki günlük yiyeceğini arıyor.<br />"Şimdi başım dertte" diye düşünmüş minik köpek. etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri yemeye başlamış. Bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kndine konuşmaya başlamış:<br />"Ne kadar lezzetli bir leoparmış, acaba etrafta bundan bir tane daha varmıdır?"<br />Bunu duyan leopar bir an donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış.<br />Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun onları izliyormuş.Bildiklerini kullanarak leoparın yiyecek olarak kendisine saldırmasından kurtulacağını düşünmüş. Leoparın yanına gelerek neler olduğunu anlatmış. Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna:<br />"Atla sırtıma gidip şunu yakalayalım" demiş.<br />Ancak minik köpek neler olduğunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte yaklaştığını fark edince:<br />"Şimdi ne yapacağım?"diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine yine kemikleri yemeye devam etmiş.<br />Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konuşmaya başlamış:<br />"Bu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok."<br />İşte zeka böyle birşey:<br />Hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Kaynak: </span>9-Kasım-2008 / Vatan GazetesinE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-49888006588174066182009-05-07T00:42:00.000-07:002009-05-26T11:47:53.829-07:00Karakuşi Hükümler<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://1.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SgKbniGqCAI/AAAAAAAAAkQ/stcIexDu8Fg/s1600-h/torus1.png"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 189px; height: 200px;" src="http://1.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SgKbniGqCAI/AAAAAAAAAkQ/stcIexDu8Fg/s200/torus1.png" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5332996012232017922" border="0" /></a>Münasebetsiz yorumlara, yanlış hükümlere akıl ve izan dışı cezalara "Karakuşi Hükümler" deniliyor.<br />...Karakuş, Selahaddin-i Eyyubi'nin veya amcası Şirkuh'un kölesiyken çalışkanlığı ile ve birtakım hizmetleri ile önemli mevkilere çıkıyor.<br />Karakuş, yüksek himmet sahibi kimseydi.<br />İşte "Karakuşi Hükümler"e birkaç örnek:<br />Bir eve giren hırsız, ceplerini doldurduktan sonra pencereden kaçmak istiyor. Pencere gevşek olduğundan ayağı kayıyor ve yere düşüp ayağını kırıyor. Ertesi sabah yakalanacağından korkarak, valinin huzuruna çıkıyor:<br />"Efendim, benim asıl mesleğim hırsızlıktır. Dün bir eve girip birşeyler çaldım. Pencereden çıkmak istedim, fakat çerçevesi gevşek olduğundan düşüp ayağımı kırdım." diyor. Karakuş bu evin sahibi kimse huzuruna getirmelerini emrediyor. Ev sahibi gelince, penceresini gevşek yaptığı, böylece hırsızın düşmesine sebep olduğundan onu hapisle tehdit ediyor.<br />Zavallı ev sahibi ürkek bir sesle:<br />"Bu marangozun hatasından kaynaklanıyor, ben ona parasını tam olarak ödedim. Fakat o işini noksan yapmış, bitirmeden bırakıp gitmiş." diyor. Bunun üzerine vali, marangozu çağırtıyor. İşini ihmal etmek suretiyle bir vatandaşın hayatını tehlikeye attın, diyor. Marangoz itiraz ediyor:<br />"Efendim, benim bir hatam yok, ben pencereyi tamir ederken, üzerinde parlak ve kırmızı elbise bulunan bir kadın geçiyordu. Onun güzelliğine o kadar kapıldım ki son çiviyi eğri olarak çiviledim!" diyor.<br />Vali, güzelliğini teşhir eden bu kadını bulduruyor. Ona marangozun işini tam olarak yapmasına engel olmakla bir yurttaşın hayatını tehlikeye sokmakla itham ediyor. Kadın:<br />"Benim güzelliğim Allah'tan geliyor. Elbiseme o parlak rengi veren boyacıdır. Dolayısıyla asıl suçlu boyacıdır." diyor. Elbise boyacısı huzura getiriliyor, boyacı elbiseyi bu şekilde boyayanın kendisi olduğunu itiraf ediyor. Boyacını ileri sürebileceği hiçbir mazaret bulunmadığından bu adamın hapishanenin önünde asılması, cesedinin iki gün asılı bırakılması emrediliyor. Boyacı derhal idam mahalline götürülüyor. Fakat boyacıyı asmaya geldikleri zaman adamın çok uzun boylu olduğu görülüyor. Durum valiye arzediliyor. Vali:<br />"Daha kısa boylu bir elbise boyacısı bulun ve onu asın" emrini veiyor!!!<br /> * * *<br />Adamın biri diğer bir adamdan şikayette bulunarak alacağını vermediğini söylüyor. Karakuş sorunca verecekli olan: "evet, borcum var ancak elime para geçtiği zaman bu adamı arıyorum fakat bulamıyorum. Tam aksine parasız olduğumda kendisine rastlıyorum."diyor. Bunun üzerine Karakuş alacaklıya: "Seni hapsedeceğim, yerin belli olsun ki bu adam eline para geçince getirip sana borcunu ödesin!"diyor.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Kaynak: </span>Kültür Dünyamızdan Manzaralar / Dursun Gürlek / Kubbealtı NeşriyatnE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1721917328791308610.post-71844647423367612972009-05-07T00:23:00.000-07:002009-05-26T11:48:11.497-07:00Darhane Çorbası<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SgKQHKf1DxI/AAAAAAAAAkI/8Fdp4p_-szU/s1600-h/corba_detay.gif"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer; width: 90px; height: 89px;" src="http://2.bp.blogspot.com/_iD3LTbpiu-M/SgKQHKf1DxI/AAAAAAAAAkI/8Fdp4p_-szU/s200/corba_detay.gif" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5332983361511427858" border="0" /></a>Yavuz Sultan Selim, bir gün İstanbul'un ara sokaklarında dolaşırken rastgele bir eve girmiş. Fakir bir aileyle karşılaşmış. Evin hanımı padişahı karşısında görünce heyecandan ne yapacağını şaşırmış. Deyim yerindeyse eli ayağına dolaşmış. Köşede bucakta, kilerde, avluda kuru gıda maddesi olarak ne bulduysa alelacele bir kazana doldurup ocağa sürmüş. Beş, on dakika sonra bu şaşkın aşını padişaha takdim edip, utana sıkıla "buyurunuz efendim darhane çorbası" demiş. Fakir, yoksul ev anlamına gelen "darhane" zamanla halkın dilinde "tarhana"ya dönüşmüş.<br /><br /><span style="font-weight: bold;">Kaynak: </span>Kültür Dünyamızdan Manzaralar / Dursun Gürlek / Kubbelaltı NeşriyatnE oKuRuM nE oKuMaM!!!http://www.blogger.com/profile/15653314399904193615noreply@blogger.com0