25 Ekim 2009 Pazar

Kendi yorumuyla bir Mehmet Bülent Şiiri-

"Mynet - Video - buzten - AÇIK TEŞEKKÜR ESKİ AŞKLARIN KADININA"

2 Eylül 2009 Çarşamba

Eylül Gelmiş

"Eylül gelmiş" İhanet mevsimi yaprakların ağaçlara.
Sarı Yeşil'den sonra gelen renkmiş,hüznün yayıldığı kaldırımlarda.
Yazlıkçılar toplanmaya başladılar.Okullar boyanıyor.
Çocuklar bu sene başlarlar okula hep.
Göbekten Pancar Motor, Öztitanik iki kişilik transatlantikleri çektik kıyıya.
Karadeniz'in rüzgarları başladı,azgın tertip.Sonbahar'a girdik.
Eğilmişti bakkalın oradaki sahra çadırının direği.
Eğilmezdi o direk kökü kumda olmasaydı.
Kaya istemiyor o direk,killi toprağa bile razıydı ama olmadı işte.
Kumu bulduğuna şükretsin.
On gün daha denize masa kurarız. Ayaklar suda,başımız yakamozda.
Çingene palamudu geldi on gündür masamıza.
Ahmet bundan sonra "Roman palamudu" dememizi teklif etti rakıyı dökerken bardaktan denize...
Yaz aşkları var mı gençlerin şimdi acaba.Bitecek mi gelecek yaza kadar onların da?
Dün zafer bitti,kutladık yavru vatan ve yabancı misyon şefleri ile.Necdet sordu bu yabancı misyon şeflerinin misyonu nedir? diye.Ben de "görevimiz tehlike" dedim.
Yazmaktan bahsettik sonra,Yazın "yazın "kolay fikrine vardık.Kışın "kışın kışın"yazılamayacağını söyledi
Ali, beş kadehten sonra "ç"yi "ş"söylerken.
Balığa limon sıkmam.Ama gece ikide dalgalar başladı sohbete limon sıkmaya.
Yeni Rakı'mızdan sonraki markaları tartışırken reklam ajansı gibiydik.Beyin fırtınası vardı masada.
"Sizi küçük burjuvalar" dedim."Zülfü Livaneli gibi Paris şatolarından şarap yazarsınız siz olanağınız olsa.Emekli maaşınızla Bakkal Rıza'nın içki kolleksiyonunu konuşuyorsunuz burada. "
Necdet oğlu'nu eve yolladı,buz getirmeye.
Ben son yetmişliği açtım sonbahara girerken."Saki benim "dedim."Eylül geldi.
Son parça palamudumu damağıma yapıştırdım.Sustum, kara ufka daldım.
Yaşamımızın sonbaharı da gelmişti.Kışa kalmış on -onbeş yıl.
Son kadehleri doldurdum yakamozun saati üçe gelirken.
Eylül'ü sevmem dedim.İhanet mevsimidir yaprakların ağaçlara.
Herkes sustu.Hepimiz ihanetlerimizi aldık evlere dağıldık.

1 EYLÜL 2007

26 Ağustos 2009 Çarşamba

UNUTMUŞUM

Bu sabah güne unutmakla başlıyorum. Önüme açılan tüm kağıtlara yazdığım “Hatırla” notlarının buyurduğunun aksine, unutuyorum bugün. Önce “Kayıp Hayaller Kitabı” nı unutuyorum. Hasan Ali Toptaş ‘ tan okuduklarımın ilkiydi. Kitapla varolan köy hayatının beni nasıl etkilediğini unutmuşum.

"Yanlızlıklar" da yalnızlık ne kadar da çoğulmuş.

“ Yalnızlık bir boşluktur
içimizde;
sisli yamaçlarında babalarımızın
dev gölgesi dolaşır.
Babalar ki,
bizde bitmeyen upuzun tiratlardır;
bir masal ağacına benzeyen ellerini uzatıp
ellerimizden
çocuklarımızı okşarlar.
Torunlarına baba derler sonra,
sürekli değişen sesleriyle
torun çocuğunda hortlayarak.

Babalar, alnımıza yazılmış yalnızlıklardır.”

Yıldız Ecevit’ in “ Türk edebiyatında bir Kafka’ dır o “ dediği yazar da ironidir ki; Kafka gibi bir memurdur. Benzerlik burada bitmez tabi. Ama ben bunları, onun masal sözcüklerinin koca bir şiir olduğunu unutmaya devam etmişim. Ankara’ da icra memurluğu görevini sürdürerek, çizgi film izleyen çocukların önünden televizyonlarının alındığını görerek yazan yazarın diğer kitaplarını unutmuşum sonra.

Maddenin ötesinde sezinlediklerimi unutmuşum “Bin Hüzünlü Haz’ da”. Toptaş’ ın önce “belki” lerini, sonra “sözgelimi ” ve “sanki” lerini hatırlamayıp, hiçbir şeyin doğrudan söylenmediği bir hüzün, bir haz duymuşum.

Yarım bıraktığı cümlesinin sonuyla başlayıp, başıyla bitirdiği,uyku magrurluğundan kurtulamayan sesleriyle “Uykuların Doğusu” nda bazen çocukluğun acımasızlığıyla ürkmüşüm; bazen yalnızmışım, bazen kalabalık. Ne ara vardım, ne ara yoktum “Gölgesizler” de, onu unuttum.

Hasan Ali Toptaş gibi, gerçekten kendi rızamla yokolup, kurmacanın ne söylediği ancak sezilen sözcüklerinde var olmak istemek yetmezmiş işte. Yetişilecek yerler, yapılacak işler, ikna edilecek kişiler, sürülecek bir dünya varmış.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Kase Yoğurt

Nükteleriyle büyük bir şöhret kazanan ve Keçecizade Fuat Paşa ile bile fıkra yarışına giren Hasırcızade Mehmed Ağa, bir gün atının üstünde Gaziantep caddelerini dolaşmaya başlar. Elinde yoğurt kasesi taşıyan bir çocukla karşılaşır. Ağanın canı çekmiş olacak ki, kaseyi çocuğun elinden alır, taze yoğurdun üst tarafından biraz yer. Bu sırada çocuk ağlamaya başlayınca: “ Evladım, ağlama, annene yoğurdu Hasırcızade yedi, dersen sana kızmaz.” Elinde kaseyle ağlamaya devam eden velet, söyleyeceğini söyler:
“ Annem inanmaz! Sen bunu mutlaka bir it’e yalattın der beni döver!!! ” Hasırcızade bu olaydan sonra “ Beni ilk defa işte bu çocuk mat etti! ” demiş.
(KAYNAK: Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri – Dursun Gürlek – Timaş Yay. – syf:271 )

Kıvrak Zeka


Bir gün II. Mahmud’a asaleti tasdik edilmiş son derece güzel bir at gönderilmiş. Hükümdar bu atın iri ve siyah gözlerini görünce hayran olmuş. Hemen imrahorunu (ahırcıbaşını) çağırtmış:
- Bu hayvanı özel bir yere bağlayacaksın, yemine ve suyuna sen bakacaksın. Allah etmesin, buna bir hal olur da ölürse “öldü” diyenin vallahi boynunu vururum!
Biçare adam, II. Mahmud’un gazabına uğramamak için ahırda yatar, gece gündüz onunla meşgul olurmuş. Bu kadar bakılmaya rağmen, hayvan bir gün ansızın sancılanıp ölüvermiş. Ahırcıbaşı ne yapacağını şaşırmış. Kalkmış evine gitmiş, çoluk çocuğuyla helalleşmiş ve son bir ümit olarak şefaat için müsahip Said Efendi’ye gitmiş. Said Efendi II. Mahmud’un yemin şeklini öğrendikten sonra huzura çıkmış ve şöyle demiş:
- Efendimiz, sevgili atınıza acayip bir hal oldu
- Ne gibi?
- Mütemadiyen (sürekli) yatıyor. Kaldırıyorlar, bırakınca bir tarafa devriliyor. Yine kaldırıyorlar fakat bıraktılarmı öbür tarafa yıkılıyor. Yem yemiyor, su içmiyor. Gözleri kapalı, yerde öyle uzanmış kalmış.
II. Mahmud demiş ki:
- At ölmüş olacak!
Zeki olan Said yeri öpmüş:
- Efendimiz bunu siz söylediniz!!!
(KAYNAK: Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri –Dursun Gürlek –Timaş Yay.– syf: 255 )

Said Efendi'nin Taktiği

Osmanlı Padişahlarından II. Mahmud, “ telaş ” kelimesini “ talaş ” diye telaffuz edermiş. Lisana karşı bu kasda –bir hükümdardan da olsa- tahammül edemeyen rical (mevki sahibi kişiler) ve erkan (ileri gelenler) bunun düzeltilmesi için Müsahip Said Efendi’ye başvururlar. O da efendisini kızdırmadan meseleyi halletmeyi üzerine alır. Padişahın keyifli bir zamanında huzuruna girer ve endişeli ve yorgun bir çehre takınır. Hükümdar sorar:
- Ne var ne yok Said?
- Ah efendimiz başıma geleni sormayın! Kulunuzun babadan kalma bir fakirhanesi var. Başımızı soktuk, sayenizde geçinip gidiyoruz. Geçenlerde baktım, döşeme tahtaları çürümüş, merdiven basamakları değişmek istiyor. Bir gün dülger getirttik. Ortalık yonga, tahta parçası, talaş yığınlarıyla doldu. O gün aksi olacak, hanımım çamaşır yıkamaya kalktı. Nasıl oldu bilmem, mutfaktan bir kıvılcım sıçramış talaşlar parlayıvermiş.Bunu görünce kadının aklı başından gitmiş. Bir feryad koptu. Ne göreyim, bir yandan talaş yanıyor, bir yandan kadın telaş içinde... Söndürmeye çalıştık fakat kadının telaşı, talaşı söndürmeye vakit bırakmıyor ki... Talaş yanar, kadın telaş eder, “Telaş etme, talaştır yanar söner.” Dedikçe “ Talaşa telaş edilmez mi?” diye bağırıyor. Velhasıl talaş bir taraftan, telaş bir taraftan...Talaş bir yandan, telaş öbür yandan, talaş, telaş, talaş, telaş!...
II. Mahmud gülmüş ve sesini biraz yükselterek:
- Yeter artık Said, anladık işte!
(KAYNAK: Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri –Dursun Gürlek – Timaş Yay.– syf:254 )

Dünya Bu...

Yüzüne çok gülerler yüzde yüzü yalandır
Menfaat kaygısıdır hepsi filan falandır
Alemin göz diktiği cebindeki son kalandır
Cebin delikse eğer vermezler bir yudum su
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu
Düşenin dostu olmaz derler hele bir yol düş de görürsün
O zaman sen dostları ancak düşte görürsün
O tatlı hülyaların sonu budur işte görürsün
Hiçbirinin aslı yok herşey fani illa hu
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu
Herkes ısınır sana mangalın dolu kor’ken
Hısım akraban çoktur kazanın kaynıyorken
Dostların yüzüne güler maymunun oynarken
Hakiki dost ararsan ne o ne bu ne şu
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu
Gölü temiz zannettik ince bir suyu Tuna
Kardeş arkadaş diye çok kandık şuna buna
Meğer harcamışız o güzel yılları boşuna
Yazık ki gençlik geri gelmez tuu
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu
Bak bugün her tarafta esen rüzgar sam oldu
Her yer tutuştu yandı neşeler hep gam oldu
Medeni Avrupalı değişti yamyam oldu
Deme ne sakat iş bu ne çılgınlık yahu
Aldırma adam sende hepsi geçer dünya bu!!!
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA
(KAYNAK: Karınca Huzura Varınca Kültür Sohbetleri – Dursun Gürlek – Timaş Yay. – syf: 83 )